Page 46 - Annonce 6
P. 46
Çölde Yürüyen Köpek
İlk başta sıcak, kaynar bir rüzgar çarptı kısılmış gözlerime. Esintiyle Patilerimin altı yanık yanık, gözümdeki çapaklar bir kaktüsten daha can
kuruyan göz yaşı pınarlarım kırpıştı, zar zor yetti kendine. Gerine yakıcı.
gerine ayağı kaldırdım kendimi, neredeyim bilmeye çalıştım.
Bir gün yine bir kurt dadanınca sürüye, o hengameyle basıverdim fındık
Kaç günlerdir uyukluyordum. Farkına varmamışım sıcağın. faresinin üstüne.
Uyandığımda dilim dışarıda, ağzım kurumuş, delicesine susamıştım. İyi
ki daha vakit geçmeden açmışım gözlerimi, ölür kalırmışım! Kaynar sular döküldü başımdan, kulaklarım çınladı korkudan.
Uyanır uyanmaz da yürümeye koyulmuştum. Su içmek istedim, ancak Hemen etrafıma bakındım, patilerimin çevresini aradım. Kalbim
bir yudum silüeti dahi görünmüyordu etrafta. Etraf, ufuklar boyu altın yerinden fırlayacak gibiydi, aynı anda onlarca kez çarpıyordu. Az
tanesi arazileri. uzağa bakınca fındık faresini gördüm. Otların arasından can havliyle
kaçıyordu. Gözden kaybolmadan son bir kez arkasına dönüp bana
Öyle sıcaktı ki hava, postumu zebaniler çekiştiriyordu sanki. Gerçek baktı. Bakışlarında hüzün, hayal kırıklığı vardı, incinen ufacık patisini
dışıydı, doğa üstüydü! Akan sular gibi titrekti güneş, gözlerime damla göğsüne saklamıştı.
damla doluyordu.
Bir kurtun bacağımı ısırmasıyla geldim kendime, bir daha da görmedim
Ne zaman uyuyakalmıştım, onu anımsamaya çalıştım. Nasıl geldim bu fındık faresini.
çöle, nasıl da unuttum kendimi…
Çöl üzeri yapışkan hareler altında yürümeye devam ediyorum,
Çoban dostumla beraber kırlarda dolaşırken, bir fındık faresine anımsanmış olanın kederi çöküyor üstüme.
rastlamıştım bir sefer, onu anımsadım… Tüyleri ipek ipek, parıl
parıldı. Çobandan yakın bir dost oldu bana. Ne nazikti, ne naifti! Nasıl Güneş bir türlü batmıyor. Bıkmadan, usanmadan ufuklar geçiyorum,
parlıyordu gün ışığında. hep aynı titreyen, yudumsuz arazi. Aynı yerde döne döne, günlerce…
sanki bir ölüm çemberi yakıyorum.
Narin sözcükleri pamuktan bir zemin üstünde yürüyordu.
Konuşmuyordu da büyü yapıyordu sanki. Ben fındık faresini dinlerken Biraz daha su bulamazsam, kum taneleri gibi kuruyup çöle karışacağım.
koyunlar kaçıp gidiyordu, kimisini kurt kapıyor, kimisi köprü aşağı Ağlacak göz yaşım dahi yok.
düşüp de yaralanıyordu. Çoban beni ayağının ucuyla ittiriyor, “Neyin
var evlat?” Diye soruyordu endişeyle. Umudum kesilmişken bir ışık yansıması görünüyor karşıdan, nedir
anlamaya çalışıyorum.
Gözlerim sürekli titriyor, ufuğu yarım yarım görmeye başlıyorum
hafiften. “Fındık faresi, fındık faresi… sen misin? Bu suçluluk kurutuyor içimi!
Hiç düşünmeden kaçtın benden, o kadar mı üzdün seni!”
Dilimi iğne iğne dalıyor susuzluk, sanki kendimden geçeceğim.
Kuvvet doluyor bacaklarım, koşacak gibiyim, “Fındık faresi, sen
Su istiyorum, delicesine hem de. Her çölün bir vahası vardır, diyorum misin?”
kendi kendime. O kadar ırak ki ancak yolum, bu düşünce bile kırık
testide şelale. Tökezleye tökezleye ulaşmaya çalışıyorum parıltıya, gözlerim heyecan
doluyor. Patilerim altında kayan kuma aldırmadan, bedenimde kalan
tüm güçle koşuyorum ufuğa doğru. Sanki delireceğim!
Adımlarım yavaşlıyor, yakınlaşınca anlıyorum. Fındık faresi değil bu…
Ağır bir melankoli çöküyor üstüme.
Hayalkırıklığıyla, kum tepeler arası akan dereye sırtımı dönüp
gidiyorum.
Doğa Aslan
45