Page 42 - Annonce Dergi | İzmir Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi
P. 42
onların duygusal açlıklarını ve tehlikeli psikolojilerini Sonsuza kadar yaşayacak bu uzaylının bile insanların
tamamen reddetmeye odaklıyken onların arasında ellerindeki günlerin ne kadar çok ve kıymetli olduğunu
onlardan birine dönüşüyor. İnsanların gerçekten anlaması bize bir mesaj vermeye çalışıyor, harekete
dünyanın başına gelmiş en iyi ve en kötü şey olduklarını geçmemiz gerektiğini söylüyor. Çünkü dünya içinde
anlamaya başlıyor ve bu da beraberinde onu duyguları binbir türlü canlıyı ve varlığı bulunduran dopdolu bir
hissetmeye itiyor. Çünkü insan yoktur, insanlar vardır. Bir gezegen. Biz ve bizim eserlerimiz de buna dahil. Her gün
insan bencilken, düşüncelidir; zalimken, masumdur veya aynı monotonla hayatımızın sonuna kadar yaşamayı
iyiyken kötüdür. Bunu günlük hayatımızda her şeyi kalıba düşünüyoruz. Bu bizim için o kadar sıradanlaşmış ve
sokarken biz de düşünürüz. Bir kıyafeti kalıba soktuğumuz bir kural haline gelmiş ki hayallerimizi bu düşüncenin
gibi bir hayvanı da kalıba sokarız neticesinde de bir etrafında şekillendiriyoruz. Bence yazar ufkumuzun
insanı. Karakter de kitabın başlarında insanları bir kalıba da en az dünya kadar geniş olduğunu düşünüyor.
sokuyordu, hepsini aynı görüyordu. Ama işin sonunda Düşüncelerimizi de daha önce bahsettiğim gibi kalıba
bir göle baktığımızda hem gölün altında yüzen balıkları sokmak yerine değiştirmeliyiz. Çünkü kitapta olduğu
görebilmek hem de göle vuran ışıkların yansımasını ayırt gibi ancak bu sıradanlığın üstesinden gelirsek dünyanın
edebilmek gibidir insanın özünü anlamak. hakkını vermiş oluruz.
‘‘Yine de, her şey yabancı olduğunda, yabancı ‘‘Tanrı’nın her zaman onların tarafında olduğuna
da tanıdıklaşıyor ve onu insanların gördüğü gibi inanıyorlar, bulundukları tarafın türün geri kalanıyla
görebiliyorsunuz. Greyfurt suyunu içip endişeli, çaresiz çatışma içinde olduğunu bile bile. Biyolojik açıdan
gözlerle oğluna bakışını izleyebiliyorsunuz. Anne olmanın, başlarına gelen en önemli iki şeyle, çiftleşme ve ölümle
onun için, bir sahilde durup açıklarsak dağıldı dağılacak uzlaşmanın yolunu bulamıyorlar. Paranın mutluluk
gibi görünen bir kayıktaki çocuğunu izlemek, denize getirmeyeceğini biliyormuş uyarası yaptıkları halde her
her gün bir adım daha girmek, kayığın yakınlarda bir seferinde parayı seçiyorlar. Her fırsatta vasatlığı göklere
kara olacağını ummak ama bunu bilmemek demek çıkarıp başkalarının felaketlerini izlemeye bayılıyorlar. Yüz
olduğunu anlayabiliyorsunuz. Güzelliğini görebiliyorsunuz. bin küsür kuşaktır bu gezegendeler ama hala ne kim
Güzellik diğer her yerde neyse Dünya’da da oysa tabii: olduklarını, ne de nasıl yaşamaları gerektiğini biliyorlar.
Baştan çıkarıp kendini teslim etmeyen, çözülemeyen, Hatta eskisine göre daha az biliyorlar bunları.’’
nefis bir kafa karışıklığı yaratan bir ideal.’’
Burada yazar, insanların kendilerini geliştirdiklerini
Önce de belirttiğim gibi, insanları pislik, çıkarcı birer düşünürken aslında tam tersinde gerilediklerini anlatıyor.
mahluk olarak ifade eden karakter insanlığın ve insansı her Çünkü insanlar çözüm bulamayacakları problemleri
şeyin güzelliğinde buluveriyor kendini. Önce sevmeyi ve görmezden gelebilmek için ısrarla başka çıkış kapıların
sevilmeyi öğreniyor. Karısının ona gösterdiği ilgi karşısında zorlayan, “pes etmeme” kavramını yanlış yorumlayan bir
şaşırmayı öğreniyor. Oğluyla yaptığı konuşmalarda canlı. Aslında elimizdekilerin kıymetini bilebilsek bunların
değer vermeyi ve değer görmeyi öğreniyor. Yani hiçbirine gerek kalmayacak çünkü aradığımızı bulmuş
dünyada geçirdiği her saniye bir “dünyalı” oluyor. Evet, olacağız.
aynı zamanda insanlığın korkunç taraflarını da öğreniyor: Kitap daha altını çizdiğim onlarca alıntıyla dolu. Bu kitabın
savaşı, katliamı, korkuyu, ölümü, öldürmeyi, şiddeti... vermek istediği mesajları ve olay örgüsünü okuduğunuzda
Ama belki de en önemlisi, alıntının da dediği gibi, fikirlerinizi ve kararlarınızı sorgulayacağınızı, insan olmanın
güzelliği öğreniyor. Çünkü insan yeni doğan bir bebeğin ne demek olduğunu anlayacağınızı düşünüyorum. Çünkü
gözlerinde, okuduğu kitabın bir sayfasında, batan gerçekten kendimiz, çevremiz ve dünyamız hakkından
güneşin ışıklarında güzelliği görebilen bir varlık. Kendi inşa bilmediğimiz yüzlerce şey var. Kendimizi bu dünyanın
ettiği dünyasını yok ettiği kadar benimseyen bir varlık. Bu en zeki türü olarak görüyoruz , kendimizi bir kalıbın içine
yüzden bir duvarın deseninde veya reçelli bir ekmeğin sokarak çevremizi ve hatta dünyayı küçümsüyoruz.
ağzında bıraktığı tadı yakalayabiliyor. Bu insanların Bence bunu en iyi insanları tanıyarak öğrenebiliriz.
duygularında, hislerinde de böyle. Bir kadının gözlerinde
aşkı bulabilirken bir filmi izlerken gözyaşlarımızın ıslaklığıyla Tuna Yalçın
kendimizi o anın, o durumun güzelliğine kolayca adapte
edebiliyoruz.
‘‘Tamam, sonsuzluk yoktu önlerinde, ama yarın vardı. Ve
ertesi gün. Ve ondan sonraki gün. Son güne gelinceye
dek otuz bin kez ‘ondan sonraki’, gün yazabilirim insanların
elindeki zamanın çokluğunu göstermek için.’’
41